25 Eylül 2014 Perşembe

KALKINMA VE KALKINMA EKONOMİSİ 

Genel Olarak Kalkınma 

Genel bir tanımlamayla kalkınma, bir ulusun arzu edilen şekilde ekonomik gelişme süreci ortaya koyabilmesi amacıyla, ulusal ekonomiyi bir bütün olarak düzenlenmesidir. Daha geniş anlamda kalkınma, bir toplumda ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda arzu edilen her türlü değişme ve gelişme olarak tanımlanabilir. Tarihsel olarak kalkınma, azgelişmiş denilen ülkelerde ortaya çıkan büyük ölçüde beşeri acıların azaltılması ve maddi refahı arttırmaya yönelik potansiyelin harekete geçirilmesi anlamını içermektedir (Gasper, 1995: 209). Kalkınma, ülkelerin ulaşmaya çabaladığı bir hedef ve aynı zamanda nedensel ilişkileri içeren bir süreçtir (Ingham 1995:33).
İnsan-eksenli bir tanımlamayla kalkınma, insan kişiliğinin gerçekleştirilmesi için gerekli koşulların yaratılması anlamına gelmektedir. Bu bağ lamda kalkınma, insanların yoksulluk, işsizlik ve eşitsizliğinde ortaya çıkan bir azalma kriterlerine bağlı bir kavram olarak değerlendirilebilir (Seen 1972: 1) Buradaki çabalara rağmen, aslında kalkınma kavramını tanımlamanın oldukça zor olduğu belirtilmelidir. Bir bütün olrak kalkınma iktisadını ortaya çıktığı koşullar ve sonrasında geliştirilen teorilerin kalkınmaya yüklemiş olduğu anlamlara bağlı olarak anlaşılabilecek olan bu kavram; oldukça geniş, kompleks ve farklı anlamlara sahip bir kavramdır. 
Klasik iktisatın bakışı 
Kalkınma iktisadı, sosyoloji, antropoloji, tarih, siyaset bilimi ve ikti­sat bilimi içinde saklı kalan, belirli bir statüsü olmayan ve disipline olmamış bir alan olmuştur. Bununla birlikte kalkınma sorunu iktisat bilimi içinde tamamen ihmal edilmiş değildir. Farklı bakış açıları sergilemiş olsalar da, klasik iktisatçılar (A. Smith, D. Ricardo, T. Malthus, I.S. Mill ve K. Marx) ekonomik ilerlemenin nedenleri ve sonuçları hakkında ilk düşünceleri oluş­turmuşlardır. 
Söz konusu iktisatçılar çok farklı yollardan bu günün gelişmekte olan ülkelerinde yer alan kalkınma sorunlarına benzer sorunlarla ilgilenmiş­lerdir. Örneğin ilk kez 1776' da yayınlanmış olan ünlü Ulusların Zenginliği­nin Doğası ve Nedenlerine İlişkin Bir Soruşturma (An Inquiry into the Nature and Cazıses of the Wealth of Nations) adlı eserinde, Smith'in (1904) amacı ekonomik kalkınmanın doğası ve nedenlerine ilişkin yasaları bulmak­tan başka bir şey değildi. Benzer şekilde l817'de yayınladığı Siyasal İktisat ve Vergilemenin ilkeleri (Principles of Political Economy and Taxation) adlı kitabında Ricardo'nun ana hedefi, Smith'i izleyen bir anlayışla, ekonominin işleyişindeki temel hareket yasalarını bulmaktı. Kısaca bir bütün olarak ay­dınlanma döneminin akılcı, evrenselci ve pozitivist yaklaşımı etkisinde bu­lunan klasik iktisatçılar ve Marx, Batı'da ortaya çıkan büyük endüstriyel dönüşümle ilgili olarak, bütün toplumlar için geçerli doğal ve evrensel yasa­Jarı ortaya koymayı amaçlamışlardı. Bu bağlamda, Batı toplumları toplumsal gelişme veya evrimin daha önceki aşamalarını geçerek belli bir düzeye u­laşmıştır. Batılı olmayan diğer toplumlar da zamanla bu evrim sürecine dahil olacaklardır. 

J.M. Keynes'in bakışı
Kalkınma sorununun ekonomik sorunlarla birlikte düşünüldüğü di­ğer bir dönem 1929 ekonomik bunalımı olup, başta J.M. Keynes olmak üze­re pek çok akademisyen bu sorunla ilgilenmiştir. Söz konusu bunalım orta­mında gelişmiş ülkeler için her hangi bir çözümsüzlük bulunmuyordu; çünkü teoriyle pratik çözüm arasında talep yetersizliğine dayalı Keynesyen teoriyi geliştirmiş olmak yeterli olmuştur. Keynes eksik istihdamda dengenin sağla­nabileceğini ileri sürerken, durgunluktan çıkabilmek için otonom yatırımla­rın talep yaratıcı rolünü önemle vurgulamış ve teorik devlet müdahalesi öne­risiyle sorunu çözmüştür. Bu çözümlemede Keynes azgelişmiş Ülkeler öze­linde her hangi farklı bir çözüm önermiş değildir. Bununla birlikte Keynes'in bir devlet müdahalesinin gerekliliğine yönelik tespiti, kalkınma iktisadının modernleşme teorisinden almış olduğu "müdahale" kavramına iktisat bilimi açısından meşru bir dayanak sağlamış oluyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder